Bu faaliyet hicri üçüncü asırdan itibaren başlıca iki dalda gelişme gösterdi. Bunlar Kütüb-i Sitte adı altında ehli sünnetin kabul ettiği rivayetler ile Kütüb-i Erbaa adı altında İmâmiyye Şiasının kabul ettiği rivayetlerdir. Bunların durumu şu şekildedir:

A- EHLİ SÜNNET VE KÜTÜB-İ SİTTESİ:Kütüb-i sitte’nin kelime manasından kastedilen, altı kişinin hadis kitapları şeklinde olup, bu şahısların kitaplarında 35647 hadis bulunmaktadır. Bu hadisler ayrı ayrı olmayıp, her biri bazen on beş yirmi kerelik tekrarlar halindedirler. Ayrıca bir şahsın kitabında yer alan bir hadis diğer bir şahsın kitabında ya aynen ya da biraz değişiklikle, büyük çoğunlukla yer almaktadır. Öyle ki tekrarlar dikkate alınmasa 35647 hadis 4000 hadisi bile bulmamaktadır. Bu 4000 hadis bir kitaba sığdırılabilecekken, gerek tekrarlar suretiyle, gerekse şerhlerle büyük bir külliyata dönüştürülmüş. Öyle ki inceleme yaptığımda her biri yüzlerce sayfalık 57 cilde bakmak zorunda kaldım. Ayrıca dikkatimi çeken şeylerden bir tanesi de bu hadis uydurma faaliyetinin iddia ettikleri gibi fertler tarafından din gayretiyle yürütülmüş bir hareket olmayıp, birbirlerine çağdaş kimseler tarafından ve bağlantılı olarak yürütülmüş sistemli bir hareket olduğudur. Şöyle ki:

1- Buhâri (Hicri 194-256) tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis.
2- Müslim(Hicri 204-261) “ “ 7275 “
3- Nesai (Hicri 215-303) “ “ 5724 “
4- Ebû Dâvud (Hicri 212-275) “ “ 5274 “
5- Tirmizi (Hicri 209-279) “ “ 3951 “
6- İbnû Mace (Hicri 209-273) “ “ 4341
TOPLAM 35647


Ayrıca diğer bir hususta bu şahısların Arap asıllı olmayıp, Buhara, Merv, Horasan tarafında yaşayan kimseler oldukları ve İslam'ın yayılmasını engellemek için Kur’an öğretisine karşı bir ekol oluşturmuş olmaları hususudur. Arap asıllı değildirler derken ırkı söz konusu ettiğim zan edilmesin. Ancak şunu demek istiyorum ki, ne sahabeler nede tabiin tarafından ortaya atılmış bir hareket olmadığı gibi, Araplar arasında o döneme kadar hadis öğretisi söz konusu değildi. İslam derken sadece Kur’an öğretisi anlaşılıyordu. Zira hadis rivayeti konusunda yasaklarda mevcuttu, ondandır ki bu hareket Mekke ve Medine’nin çok uzağında hicri üçüncü asırda geliştirildi. Hadis diye peygamber adına uydurdukları iftiralara delil olarak yine kendilerince uydurulmuş ravi senetlerini gösterdiler. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmediler. Bunlara sormak gerekir! Hadis metnini uyduran insanların senedi de uydurmamaya verilmiş bir sözlerimi var? Yada senedin uydurulmamsına mani olan şey nedir ki, ravi zinciri şeklinde uydurulmuş sened hadisin sağlamlığına delil olabilsin? İş bununla da bitmiyor. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmedikleri gibi, uydurdukları rivayet iftiralarının Kur’an’ı nesh edebileceğini, yani ayetleri iptal edebileceğini iddia ettiler. Ve bu iddia çerçevesinde mezhepler geliştirdiler. Çok ilginçtir, geliştirmiş oldukları dört mezhebin imamları da Arap asıllı değildirler. İddia ettiklerine göre bu imamlar adına oluşturulan mezheplerden birine bağlı olmak İslâmi bir mecburiyetmiş. Ayrıca yukarıda belirttiğim, gibi iddia ettiklerine göre hadisin doğruluk güvencesi ancak ve ancak isnat ettiği ravi senedidir. Bu senet uydurmalarını da ağırlıklı olarak 5374 hadis ile hayali bir şahıs olan Ebû Hüreyre’ye isnat ettiler. Ebû Hüreyre’nin kelime manası “kedinin babası” demektir, ve güya bu bir şahsın takma adı imiş. Böyle bir şahıs bilinmediği gibi ne kendi adı, nede babasının adı bilinmemektedir. Adı hakkında 30 değişik rivayet olup adının ne olduğu tespit edilememiştir. Babasının adıyla ilgili de çeşitli rivayetler yapılmaktadır El-Kuta El-Halebi bunları kırk dört değişik rivayete çıkarmaktadır. Ve bu iddiaların hepsi bir yakıştırmadan öteye gidemez, zira böyle bir şahıs kanaatimce hiçbir zaman yaşamamıştır. Hadis ekolünü kuran bu ekip, bu şekilde hayali bir şahsa hadislerini dayandırmakla bu yönden yalanlanmalarının yolunu kapatmak istemişlerdir. Zira gerçek bir şahsa isnat etmeleri halinde birilerinin çıkıp ta bizim dedemizin dedesinden duymadığımızı sen kimden duydun deyip onları yalanlıya bilirlerdi. Benim kanaatimce hiçbir zaman böyle bir şahıs yaşamamıştır. İşte hadislerinin gerçek olduğuna dair verdikleri en büyük güvencelerden biri bu hayali şahsiyettir. Kaldı ki senedin hadisin sahihliğiyle (gerçek olmasıyla) ilgili hiçbir manası olamaz. Hadis metnini uyduranlar kolayca senedi de uydura bilirler. Falan, falana söyledi şeklindeki bir uydurmanın zorluğu veya imkansızlığı nedir ki hadisin sahihliğine güvence olabilsin. Buhâri’nin altıyüzbin hadisi senedleriyle birlikte ezbere bildiğini ve kitabına aldığı hadisleri bunlar arasından seçtiğini iddia etmişlerdir, bundan da anlaşılmaktadır ki senedleriyle birlikte yüz binlerce hadis uydurması mevcuttur ve hadisleri uyduranlar senedlerini de uydurmuşlardır. Bu onların kendi ifadeleridir. Öyleyse senedli olmalarına rağmen güya sahih görmemiştir ve dolayısıyla hadis metniyle beraber senedlerinde uydurulduğunu itiraf etmiş olurlar. Bu mantık kitabına aldığı hadisler içinde geçerlidir. Bir hadisin ne şekilde olursa olsun sened ihtiva etmesi onun sahih olduğuna delil teşkil edemez. Bu konuda daha birçok eleştiriler getirmek mümkündür. Kitabın çok hacimli olmasını amaçlamadığımdan bu kadarla yetiniyor ve işin esasına değinmek istiyorum. Bu kadar yoğun bir şekilde asırlardan beri insanlara din diye takdim ettikleri ve Kur’an’dan üstün tuttukları hadislerin içeriği nedir ve bunları öneren imamları kimlerdir, bunları belirtecek olursam:
Bakınız: Hadis Önderleri

Fereç Hüdür

0 Comments:

Yorum gönder