Kur‘an, zengin ve etkin bir devlet olmanın, en kolay ve en ideal yolunu da göstermektedir.

“Onlar ki; inandılar, HİCRET ettiler, Allah yolunda mücadele verdiler. İşte onlar Allah'ın rahmetini umarlar.” (2/218 S. Ateş çev.)

“Onlar ki; sonradan inandılar, HİCRET ettiler, sizinle beraber mücadele ettiler. İşte onlar da sizdendir.” (8/75 S. Ateş çev.)

“İnanan, HİCRET eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücadele edenlerin, Allah katında dereceleri daima büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”
(9/20 S. Ateş çev.)

“Allah yolunda HİCRET edip sonra öldürülen veya ölenlere gelince, Allah onları en güzel bir rızıkla besleyecektir. Doğrusu Allah, rızık verenlerin en iyisidir.”
(22/58 S. Ateş çev.)

Yüce Allah, bu ve buna benzer âyetlerle, Kur‘an'ın yirmi küsur yerinde, bir toplumun, dünya hakimiyetini tesis edecek, çok önemli bir stratejiye, hicret olayına dikkat çekmektedir.

Ancak, sonraki kuşak taklitçi din adamları, birçok konuda olduğu gibi, söz konusu hicret olayına dikkat çeken âyetleri de, belli bir zaman ve belli bir mekânla sınırlı sanmışlardır.

Söz konusu din adamı veya ilahiyatçılar, hicret şuuruna sahip olmadıkları ve hicret ibadetinin sürekli olduğunu da bilmedikleri için, zengin ve büyük yerleşim yerlerindeki, cami, okul, üniversite, medrese, tekke veya zaviyeleri sürekli mekân tutmuşlardır. Başka şehirlere veya Almanya, Fransa, Hollanda gibi başka devletlere gidip, çalışmak veya yerleşmek isteyenleri teşvik etmekten kaçınmışlardır.

Din adamı veya cemaat liderlerinin bu tavrı ve bilgisizliğinin sonucu, 60 milyon insan, Anadolu’ya ve birkaç büyük şehre tıkılıp kaldı.

Allah yolunda hicret etmeye gücü yeten veya hicret etmesi gereken, işadamı, ilahiyatçı, imam, müftü, öğretmen, öğretim üyesi, doktor, hemşire ve birçok devlet memuru, hicret şuurundan yoksun kaldığı için, Anadolu’nun büyük bir kısmı, tecrübeli ve deneyimli birçok zevattan mahrum kaldı.

Anadolu insanı, hicret ibadetinden ve hicret şuurundan habersiz olduğu için, Anadolu’dan dış ülkelere, yeterli sayıda insan gönderilemedi, dış ülkelere giden az sayıda insan da, hicret şuurundan yoksun olduğu için, ülkemize yeteri kadar yararlı olamadı.

Eğer din adamları, başkalarına hiçbir yararı olmayan, namaz, oruç ve hac gibi ibadetlere verdikleri önemin yarısını, hicret ibadetine vermiş olsalardı, bugün dünyaya dağılmış, bulundukları ülkelerde çok etkin, 30 milyon müslüman Anadolu insanı ve söz konusu insanlar sayesinde, dünya ticaretine, dolayısıyla dünya siyasetine hakim bir Türkiye olacaktı.

Kur‘an'ın ve Kur‘an âyetlerinin, zaman ve mekan üstü özelliğini idrak edip, Kur‘an ile, içinde bulundukları zaman ve şartları buluşturamayan, sonraki kuşak müslüman ilim adamları, konu başında verdiğimiz âyetleri, belli bir zamanla ve belli bir mekanla sınırladılar. Ne yazık ki, Hz. Muhammed'in halasının mezarının Kıbrıs'ta, Hz. Muhammed'in ashabı, 90 yaşındaki Hz. Eyyûb'ün mezarının İstanbul'da oluşunun ve ilk kuşak müslümanların, Afrika'ya, Asya'ya ve Avrupa'ya dağılışının esprisini anlamadılar. İlk müslümanların Mekke'den, Medine'ye hicret etmesiyle, hicretle ilgili âyetlerin hükmünün kalktığını sandılar.

İstanbul'un, İspanya'nın, Balkanlar'ın fethinden önce, söz konusu yerlerde, kökeni yüzlerce yıl eskilere dayanan on binlerce müslümanın bulunduğunun bilinmesi, İslâm’ın, söz konusu ülkelere ve dünyaya yayılmasının temelinde, hicret şuuruna vakıf ilk kuşak müslümanların olduğunu kanıtlmaktadır.

Bir toplumun, dünyaya hakim olmasının, hatta, bir toplumun, devleti olmadan, en güçlü devlet olmasının, en kolay ve en ideal yönteminin, Kur‘an'ın önerdiği hicret yöntemi olduğuna, en bariz örnek, günümüz dünyasına dağılmış, dünya ticaret ve istihbaratına hakim, dolayısıyla, dünya siyasetinde son derece etkin ve en yüksek refah düzeyine sahip 25 milyon Yahudidir. Yahudilerin, büyük bir titizlikle takip ettikleri anlaşılan, söz konusu binlerce yıllık stratejilerini, Tevrat'tan aldıkları, dolayısıyla, vahye uygun hareket ederek, başarılı oldukları anlaşılmaktadır.

Netice olarak, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, Türkiye'li din adamı ve ilahiyatçılar, önce Türkiye ölçeğinde, sonra da dünya ölçeğinde, büyük bir hicret seferberliği başlatarak, hicret şuurunu ve hicret ibadetini yeniden ihya etmeli.

Önce, Türkiye'nin batısındaki işadamı ve müteşebbislerin, Anadolu'ya ve Türkiye'nin doğusuna hicret etmelerini, sonra da, Türkiye'nin dışına, dünya ülkelerine dağılmalarını önermeli.

Anadolu'nun köylerine, kasabalarına tayini çıkıp da, tayinini durdurmak için her yolu deneyen, muvaffak olamayınca da mesleği bırakabilen, öğretmen, hemşire, doktor, bürokrat ve çeşitli devlet görevlilerinin, en büyük bir ibadeti terk ettiklerini söylemeli.

Türkiye'nin her köyüne bile hakim olabilecek, bir teşkilata sahip olan Diyanet teşkilatı, derhal bir hicret organizasyonu oluşturulmalı.

Bulundukları yerde mukim, işadamı ve imkan sahipleri ile tek tek görüşmeli, onları hicrete ikna etmeli ve onlara hicret yerlerini göstermeli, hicret yerleri hakkında her türlü istihbaratı vermeli.

Türkiye dışındaki işçi ve işverenlere hicret şuurunu aşılayarak, bulundukları yerlerde sürekli yerleşmelerini sağlamalı.

Hicret imkanı bulunan birçok ülkeye, Türkiye'li ailelerin hicret edip, temelli yerleşmesine çalışılmalı.

“Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: "Ne işte idiniz?" derler. "Biz yeryüzünde güçsüzler idik" diye cevap verirler.

Melekler derler ki: “Allah'ın yeri geniş değil miydi ki, onda hicret etseydiniz.” İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası.” (4/97 S. Ateş çev.)

“Hicret edenler, yurtlarından çıkanlar, yolumda işkence çekenler, vuruşanlar ve öldürülenler... Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Allah katında bir karşılık olarak. Karşılıkların en güzeli Allah katındadır.” (3/195 S. Ateş çev.)

Tahakkümleri altındaki kullarını, ırgatlarını, kölelerini hep yanıbaşında görmek isteyen ağalar, aşiret liderleri, şeyhler, sultanlar, bir müslümanın, Allah katında kurtuluşuna sebep olacak, yukarıda verdiğimiz âyetlerin vurguladığı, hicret ibadetini karambole getirerek iptal ettiler. Müslüman halkları toprağa ve doğdukları yerlere bağlayıp, şahsi çıkar ve hırsları uğruna, tahrif ettikleri Kur‘an adına, istismar ettikleri Hz. Muhammed aşkına, sık sık cephelere sürdüler.

Naci Çelik

0 Comments:

Yorum gönder