"Who Are We?" (Biz Kimiz?) başlığı altında 19.org sitesinde yayımlanan makalede yaptığımız özgün din tanımı Sven ve Noah arasında oldukça uzun bir tartışmayı ateşledi. Sven Tanrı’ya inancın tanımsal olarak ussal olmadığını ve bizim "mantıklı tektanrıcılık" ifademizin "SARIMSAKLI ÇİLEK REÇELİ, hmmmm, çok güzeeel" ifadesine benzediğini iddia etti. Ona göre "mantıksal tektanrıcılık" yaratıcı fakat lezzetsiz bir karışımdı. İnancın mantıksız olduğunu iddia etti.

Başımdan aşan işlerim sebebiyle, bu felsefi tartışmaya katılamamıştım. Fakat şimdi, görünüşte aykırı ve birbiriyle zıtmış gibi gözüken durumumuzu aydınlatma ve savunmaya vakit buldum.


Evet, ben Tanrı’ya inancın mantıklı olabileceğini ve daha da ileri giderek mantıklı olması gerektiğini iddia ediyorum. Mantıklı tektanrıcılık ne bazılarının düşündüğü gibi "kare daire" gibi bir çelişki ne de bazılarını hissettiği gibi "sarımsaklı çilek reçeli" gibi tatsız bir bileşimdir. Mantıklı tektanrıcılık, bazılarının sandığı gibi anlamı kuvvetlendirmesi için bir araya getirilmiş sözcükler değil, aksine kişiyi yanılsamalardan alıkoyan ve hem ussal hem de duygusal yönden doyuran bir fikirdir.

Tartışmaya başlamadan önce, "inanç" sözcüğü ile neyi kastettiğimi ışığa kavuşturmalıyım. Bir şeyi direk olarak deneyimlediğimizde, bir şey "biliriz". Bunun varlığına ya da niteliklerine dair ikinci derece delillerimiz olduğunda "inanırız." Bu iki kavramın derin bir analizi, birleşimlerini ya da üst üste gelişlerini gösterebilir. Mesela, çağdaş insan dünyanın güneşin etrafında döndüğünü bildiğini iddia ediyor. Eğitimli insanların birçoğu Kopernik modeline olan inançlarını mutlak gerçeğe dayanarak ifade ediyorlar. Onlar dünyanın güneşin etrafında döndüğünü "biliyorlar". Bununla birlikte, küçük bir araştırma birçok insanın dinsel iddialara nasıl inanıyorlarsa bilimsel iddialara da öyle inandıklarını gösterecektir. Thomas Khun'un sosyal bilimlerde devrim yaratan kitabı, "Kopernik Devrimi – The Copernican Revolution" da şöyle yazıyor:

"Dünyanın hareket ettiği fikri ilk önce aynı derecede mantıksız görünür. Hislerimiz bize hareketle ilgili bildiğimiz her şeyi söyler ve bunun içinde dünyaya dair bir hareket hissi yoktur. Tekrar eğitilene kadar sağduyumuz bize, dünyanın hareket halinde olması halinde havanın, bulutların, kuşların ve yeryüzüne bağlı olmayan diğer nesnelerin geride kalacağının kesin olduğunu, zıplayan bir adamın, zıplamaya başladığı noktanın uzağına düşeceğini, çünkü o havadayken altındaki yeryüzünün hareket edeceğini söyler…"

Bu doğru, süredurum kavramı ve buna bağlı deneyler olmasaydı, mantıksal olarak dünyanın hareket ettiği fikrine karşı çıkardık. Nasıl oluyor da şehirler, dağlar ve vadiler hareket ediyor ve biz bu hareketi hissetmiyoruz bile? Prof. Daniel Kolak, "Lovers of Wisdom – Bilgelik Aşıkları" isimli lezzetli bir dille yazılmış kitabında, bilimsel kuram ve iddiaları kendimiz için detaylı bir araştırma yapmadan kabul etmeye olan eğilimimizi eleştiriyor. Öyle görünüyor ki, bilime ve bilim adamlarına karşı çok fazla güven duygusu besliyoruz.

"Güzel, fakat gelin bunun hakkında düşünelim. Eğer yapmayı isteseydik ve elimizin altında da gerekli bütün teknoloji olsaydı gidip güneşin mi dünyanın etrafında yoksa dünyanın mı güneşin etrafında döndüğüne bakabilir miydik? Elbette, eğer gerçekten, herkesin bildiğinden şüphe duyarak, birine gidip biz gözlerimizle görmek istiyoruz deseydik, bu akılsızca olurdu ve alay konusu olurduk. Bu, gerçekten o olup olmadığını test etmek için, bir mağazada Noel Baba’nın sakalını çekiştirmeye benzerdi. Bunun için biraz çılgın olmak gerekirdi. Öyleyse gelin biraz çılgın olalım – her ne kadar hepimiz dünyanın güneşin etrafında dönerken biri tarafından görüldüğünden emin olsak da.

"Gelin apaçık ortada olan bir şeyden şüphe duyalım, bu kadar açıkça ortada olan bir şeyden şüphe duyacak kadar çılgınmış gibi davranalım. Gerçeği kendi gözlerimizle görmeye nasıl gidebilirdik? Bununla beraber bilim deneye dayanır. Deneysel yöntem, bize kesinlikle dünyanın güneşin etrafında döndüğünü gösterecektir.

"Dışarıya bir adım atıp gözlerimizi yukarı dikiyoruz. Ne görüyoruz? Güneş doğuyor sonra batıyor. Ay doğuyor sonra batıyor. Yıldızlar gökyüzünde hareket ediyor… Şimdiye kadar her şey dünyanın etrafında hareket ediyormuş gibi görünüyor. Güneş merkezli görüş için çok ikna edici değil! Bir uzay gemisiyle yukarı çıksak iyi olacak…

"Şimdi uzay gemimizin içinden dünyayla eş zamanlı yörüngemizden aşağıya bakıyoruz. Ne görüyoruz? Altımız, bir bulut tabakasının altında gözüken Florida sahiliyle beraber dünya. Dünya tamamen hareketsiz. Yukarı bakıyoruz. Güneş, ay, bütün gezegenler ve bütün yıldızlar dünyanın etrafında dönüyormuş gibi gözüküyor…

"İdare ve yardımcı roketlerimizi ateşleyerek, güneşin etrafında eş zamanlı bir yörüngeye oturuncaya kadar ilerliyoruz (klimalar çok iyi). Ne görüyoruz?

"O da ne! Şimdi güneşi net bir şekilde görüyoruz, hala altımızda ve bütün gezegen ve yıldızlar onun etrafında dönüyor. Sonunda! Kopernik ve Galileo haklılıklarını ispat ettiler! Fakat biraz durun. Şimdi Mars’a uçuyoruz. Mars’ın etrafındaki yörüngemizden ne görüyoruz? Dünya, diğer gezegenler, güneş ve bütün yıldızlar Mars’ın etrafında dönüyor. O zaman merkezde Mars var. Hayır, bekleyin. Neler oluyor?" (Lovers of Wisdom, Daniel Kolak, Wadsworth, 2001, pp. 210-211)

O halde hareket bir dayanak noktasına bağlıdır ve evrende ilahi cisimlerin "gerçek" hareketini değerlendirmeye elverişli bir dayanak noktamız yoktur. Öyleyse hepimiz neden güneş merkezli model üzerinde anlaştık? Kopernik modeli matematiksel olarak havalı olduğu için mi? Yoksa bilimsel girişimin popüler ürünü teknoloji bilim adamlarına ve onların teorilerine ve "gerçeklere" olan inancımızı artırdığı için mi? Bu konunun tartışılması bu makalenin kapsamı dışında, fakat bu örnek bize inanç ve bilgi arasındaki çizginin her zaman göründüğü kadar net olmadığını gösterir.

"İnanç" veya "imanı" bilgiden ayırmanın bir başka yolu, bu inanç ya da bilgiye dair konunun sağlamasının başkaları tarafından yapılıp yapılamadığıdır. Doğrulanabilirliği ya da yanlışlanabilirliği olmayan inanç kişiseldir ve böyle bir inancın muhatabının, diğerlerini kendi inancını paylaşmaya çağırabilmesi için hiçbir makul zemini yoktur. Dahası, "inancın" birçok kuvvet düzeyi olabilir. Günlük konuşmalarımızda bu kelimeyi sıklıkla "zannetmek", "varsaymak" veya "şüphe duymak" anlamında kullanıyoruz. Tam tersine, "inanmak" kelimesini bir şeyin doğru olduğunu ileri sürmek için kullanabiliriz.

MANTIKLI MANTIKSIZA KARŞI

Bir sebebe dayanarak ele alınan herhangi bir inanç ya da faaliyet mantıklıdır. Kelime kökü bağlamında herhangi bir delil ya da açıklamaya ihtiyaç duymayacak şekilde açık olan bu tanımlamaya göre, iki tip mantıklılık durumu anlayabiliriz. (Bu sınıflandırma saatler süren düşünce ve araştırmalardan sonra yapılmamıştır, hızlı bir çözümlemenin sonucudur. Bu yüzden konuya yeni bir yaklaşım için çok iyi ifade edilememiş bir başlangıç noktası muamelesi yapın).

Öznel Mantıklılık:

Açık olmayan veya diğer mantıklı oluşumlarla bağlantısız, kişisel amaç veya sebeple doğrulanmış herhangi bir fikir ya da faaliyet öznel olarak mantıklıdır. Mesela, biri konuşurken eliyle burnunu tutabilir. Başka biri bu kişinin akıl seviyesini merak edebilir. Fakat bu kişinin vereceği konuşmadan önce sürekli kanayan bir burnu varsa, hareketi onun ve bu durumun farkında olanlar için oldukça mantıklı gözükür. Soğana (ya da kahramanı öldüren kanlı bir çarmıha!) tapan bir mezhebe üye olan biri de bu geleneksel mantıksız inancı için kişisel nedenlere sahip olabilir. Mesela, kız arkadaşı soğanperest mezhebin bir üyesi olabilir ya da bu mezhebe üye olmak, olumsuz bile olsa çok şiddetle arzu ettiği dikkat çekmesini sağlayacaksa, yani soğana tapma, tapan kişinin amacı ile tutarlı ise öznel olarak mantıklıdır. Dindar insanlar konusundaki tecrübem beni birçok insanın özel inanç ve uygulamalarına dair mantıksallaştırmalarını açığa vurmadıkları konusunda ikna etti. İnanç ve uygulamaları amaçları ile ne kadar tutarlı ise öznel olarak o kadar mantıklıdırlar. Özel bir inanç ya da uygulama kişisel amaca hizmet ettiği sürece öznel olarak mantıklıdır. Bir siyasetçinin bir kiliseye sıklıkla gitmesi, kilisenin ismine ve bu siyasetçinin daha fazla oy alma amacı ile tutarlılığına bağlı olarak öznel olarak mantıklı bir harekettir.

Özel bir inanç ya da faaliyet, eğer inanan ya da faaliyeti yapan kimseler bu inançların/hareketlerin sebeplerinin hiç farkında değil ya da farkında olsalar da inançları ve faaliyetleri amaçlarına hizmet etmiyorsa "öznel olarak mantıklı" kategorisinde değerlendirilmeyecektir. Aşık olduğu feminist bir kızı, eski kız arkadaşı ile yaşadığı maço ilişkileri anlatarak etkilemeye çalışan birini düşünün. Bu kişinin sözleri amcıyla çeliştiği için öznel olarak da mantıksızdır. Veya bütün giysi ve ayakkabılarını çöpe attıktan sonra kışın ortasında çıplak ve yalın ayak caddede yürüyen bir deliyi düşünün. Eğer bu türden bir hareket için çıplak adamın savunulabilir kişisel nedenleri olmadığına inanmamız için yeterli neden varsa, böyle bir hareketin mantıksız olduğu sonucuna varabiliriz. Bununla birlikte, bu sonuca konunun gerçeğini öğrenme amacımızla tutarsız olarak, mantıksız cahillikle varmış oluruz. Büyük ihtimalle bu denli geleneksel ve normal olmayan davranışı tetikleyen dışsal ya da içsel bir neden vardır diye düşünürüz. Bu düşünce, büyük olasılıkla, görünüşte mantıksız insanların özgeçmişleri ve patalojik durumları hakkında ne kadar bilgi edinirsek, neden bu şekilde davrandıklarına ilişkin o kadar zorlayıcı sebep bulduğumuzu öğrenmemizden kaynaklanıyor. Bu yüzden, tümevarımsal uslamlamaya dayanarak, inançlar ve davranışlar oldukça tuhaf görünse dahi onları tamamen mantıksız olarak düşünmekte tereddüt ediyoruz. Eğer çıplak adamı bazen çıplak bazen takım elbiselerle görüyorsak ve bu değişim için bir sebep bulamıyorsak, belki de çıplak adamın hareketini mantıksız olarak tanımlamakta haklı çıkarız. Bir başka deyişle, tesadüfî inanç ve faaliyetler mantıksız olarak addedilmeyi hak ederler. Tekrar söylemek gerekirse, benim gibi gerekirci (determinist) biri rastlantının varlığını etraflıca anlayamaz. (İronik olarak, özgür irade hakkında birbirine ters iki inancım var. Bir yandan, iradenin özgürlüğünü açıklayan mantıklı bir açıklama getiremiyorum, diğer yandan Tanrı’ya ve Onun sözüne olan inancıma dayanarak iradenin özgürlüğünün varlığına inanıyorum. Bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir başka bulanık konu.)

Benim gibi hamam böceklerinden korkan bir yetişkin varsayın. Bu korkusunu başkalarına açıklayabilmesini bırakın, böyle bir korkuyu oluşturan sebebi de bilmiyor olabilir. Tarafsız bir gözlemci de dev bir insanoğlunun küçük zavallı bir hayvandan korkmasinda haklı bir yan bulamayabilir. Bununla birlikte, tarafsız olarak değerlendirildiğinde böylesine mantıksız görünen bir davranışın amacı ve nedeni çocuklukta şekillenen beyninin donanımında gömülmüş olabilir. Bir çocuğun böceklerle olan çarpıcı tecrübesi onun beynine böyle kalıcı bir alarm düğmesi yerleştirmiş olabilir.

Kısaca, inanç ve hareketlerimizin sebepleri vardır. Bilinmeyen ancak bilinebilecek olan sebeplerin neticelerini "öznel mantıklı" olarak isimlendiriyoruz. Bilinmeyen ve bilinemiyeceğine inandiğımız sebeplerin neticelerini ise mantıksız olarak addedebiliriz.

Nesnel Mantıklılık:

Nesnel gerçeklik veya doğru ile tutarlı olan herhangi bir inanç veya hareket nesnel olarak mantıklıdır. Mesela, elimi ateşe koymamam genellikle nesnel olarak mantıklıdır. Fakat hayati önemi olan bir belgeyi yanmaktan kurtarmak adına, birkaç saniyeliğine elimi ateşe koymak için iyi bir sebebim olabilir. Bir inanç ya da hareketin gerçekliği amacımızla olan tutarlılığına bağlıdır. Amacımız bir aile kurmak için bir ev inşa etmekse, evin çimentosundan çalmak amacımıza aykırı olduğu için mantıksızdır. Bir suçlu saatte 140 kilometre hızla peşinden gelen polisten kaçmaya çalışırken, hız limitinin en fazla 30 kilometre olduğu bir dönemece giriyorsa, kaçışı nesnel olarak mantıksız diye düşünülebilir. Amacı yer çekimi ve hareket kanunlarına aykırıdır, kavgalıdır.

Ateizm ve agnostizme karşı deizm ya da teizme ne demeli? Çok tanrıcılığa karşılık tek tanrıcılığa ne demeli? Bu konuyu tartışmaya girişmeden önce, mutluluğun mantıklı oluşumların nihai amacı olduğu konusunda anlaştığımızı varsaydığımı bilmenizi istiyorum. Dahası, bunun ispatlanmaya ihtiyacı olmayan apaçık bir gerçek, bir aksiyom olarak kabul ediyorum.

İnanç ya da inançsızlık meselesinde de aynı tutarlılık ya da çelişmezlik prensibi geçerlidir. Eğer, akıllı ve daimi bir ilk sebep, yani Tanrı yoksa ateizm veya daha doğru olarak agnostizm, kişiyi daha mutlu ettiği sürece nesnel olarak mantıklı bir durumdur. Benzer şekilde, kurgusal bir Tanrı’ya olan inanç bir kişiyi daha mutlu yapıyorsa, bu tutarlılık dolayısıyla bu inancı da mantıklı yapabilir. Bununla birlikte, eğer bir Tanrı varsa ve bu Tanrı yaratıklarının inanç ve hareketlerini dikkate alıyorsa Tanrı hakkında yanlış inançlar mantıksal olarak problemli olabilir.

Şimdi Tanrı’ya inançları olduğunu iddia eden kimseler üzerinde düşünelim. Eğer amaçları sadece bu dünyada mutluluk ise, böyle bir inanç için sebeplerinin değeri ne olursa olsun, bu mutluluğu bu inanç ile elde edebilirler. Aile ve akranlarına uyum sağlamak veya bunu hayatın zor gerçekliklerinden kaçmak için afyon gibi kullandıkları için Tanrı’ya inanıyor olabilirler. Böyle bir inancın mantıklılığı, bu inancın kişiye ya da topluma ekonomik, sosyal veya psikolojik olarak getirdiği faydalarla değerlendirilir.

Tanrı’nın varlığına inananların amacı gerçekliği kabul etmek ve sonsuza kadar sürecek kurtuluşu elde etmek ise, bu durumun mantıklılığı, onların sorgulama yöntemlerine ve nesnel olarak doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir gerçeklere ulaşmadaki tutarlılıklarına bağlıdır. Olmayan bir Tanrı’ya, bu varlık tarafından tekrar diriltilme ve sonsuz mutlulukla kutsanma umudu ile inanan bir kişinin, biricik yaşamında umudunu ve mutluluğunu arttırdığı için hâla mantıklı olarak düşünülebileceğine katılıyorum. Fakat yaratıklarının seçimlerini önemseyen bir Tanrı varsa, Tanrı hakkında doğrulanmamış inançlara ulaşmak ebedi riskler doğurabilir.

EVET, MANTIKLI TEKTANRICILIK

Şimdi bu uzun girişten sonra, tektanrıcılığın neden mantıklı bir inanç olduğunu kısaca açıklayayım. Tanrı’ya inancım sadece ailemin dini inançlarının taklidi şeklinde "öznel mantıklı" bir durum olarak başladı fakat bir şüphecilik, sorgulama ve düşünme döneminin ardından, şu anda hem öznel hem de nesnel olarak mantıklı bir zemin üzerinde. Ailemin dini inançlarının birçoğunu reddetmeme rağmen, Tanrı’ya olan inancım zamanla güçlendi. Aslında Tanrı konusundaki kanatim için "inanç" kelimesini kullanmayı bile doğru bulmuyorum. Quran'daki "iman" kelimesinin tam karşılğının "inanç" olmadığı kanaatindeyim. Zira, kuran'da tanımını bulan "iman" veya "iman etme" olayı zannetmek anlamına gelmez, aksine zannetmek ile zıd anlamlıdır. Kuran'ın onayladığı iman, mantıksal ve empirik delillere dayanarak kabul etme olayıdır.

Tek bir Tanrı’nın varlığına inanmamın birçok nedeni var. Böyle bir inanç için anahtar kelimelerden bazıları: teklik, big bang, var oluş, evrendeki enerjinin tam olarak miktarı, atomun yapısı, evrendeki sabitlerin çok duyarlı derecede belirlenmiş olmaları, bilinçlilik, Kuran ayetlerinin çeşitli bilimlerle olan tutarlılığı, 19 kodu, ve kişisel veya ailece tanık olduğum olağanüstü deneyimlerim.

İbrahim, elçiliğinden önce genç bir filozof olarak, bir seri varsayımsal soruyla "en büyük" fikrine ulaşmıştı. Her şeyin yaratıcısının varlığını ispatlamakta kullandığı yöntem hem deneysel hem de mantıklıydı. İnsanları kutsal sayılan cisimleri gözlemeye davet etti ve daha sonra onların henüz belli olmayan sebeplere dayanan özelliklerinden net bir yaratıcının varlığı sonucunu çıkardı (6:74–81).

"Bu, İbrahim’e halkına karşı kullanması için verdiğimiz tartışma yöntemidir…"(6:83)

İbrahim, inancını mantıklı bir tartışma yöntemi ile desteklediği gibi, putperest halkının küçük heykellerini kırmak ve en büyük olanını bırakmak yoluyla da düşmanlarının iddialarını da yanlışladı. Putperestler, heykellerine karşı yapılan bu günahkâr saldırıyı kimin yaptığını araştırırlarken, İbrahim ayağa kalktı ve en büyük heykeli gösterdi.

" ‘Bunu şu büyük olan yaptı. Eğer konuşabilirlerse, gidip sorun onlara!’ dedi. Şaşırmıştılar ve kendi kendilerine "Aslında, sen haksızdın" dediler. Ama eski fikirlerine geri döndüler: ‘Çok iyi biliyorsunuz ki bunlar konuşamaz. Öyleyse, Tanrı’nın yanında size ne yarar ne de zarar verecek gücü olmayan bir şeye mi tapıyorsunuz? Ayıp size ve Tanrı’nın yanında taptıklarınıza. Anlamıyor musunuz?’ " (21:63–67)

Kuran, Tanrı’nın neden ortağı ya da muadili olamayacağına dair mantıklı bir tartışma malzemesi sunar. Bu, Öncekini İnkâr adı verilen bir mantık tartışması örneğidir:

"Yeryüzünde yaratma yeteneği olan tanrı’lar mı buldular? Eğer onlarda Allah'tan başka tanrılar olsaydı, düzensizlik olurdu. Mutlak otoritenin sahibi olan Allah onların iddia ettiklerinden çok yücedir."(21:21–22)

Bu yüzden, Kuran’ın bizi kolay aldanmamaya çağırması hiç şaşırtıcı değildir. Allah’a olan inancımız dâhil, hiçbir şeyi yeterli bilgimiz olmaksızın takip etmemeliyiz.

"Hakkında bilgin olmayan şeylerin ardına düşme. Sana duyma duyusu, görme duyusu ve beyin verdim ve bunların hepsinden sorumlusun" (17:36)


Tartışmadan bir örnek:


SVEN R. Nuh G.’ ye cevabında şöyle yazmıştı:

Bu hayâsız bir yalan, hayâsız bir suçlama! Ben ne zaman "dini tartışmalarda mantıklı tartışma yönteminden uzaklaştım"? İlk olarak tartışma yöntemi tanımı ve özü itibarı ile MANTIKLIDIR. Mantıksız ise bir tartışma değildir veya en azından mantıksal değeri olan bir tartışma değildir.

"İnanç" terimine herhangi bir koşul vermeyi atlıyorum çünkü bu terim tanımı düşünüldüğünde tatmin edici olmak zorunda değildir. Bir diğer ifadeyle, eğer Arslan adında biri "ölümden sonraki yaşama inanıyorum" derse Arslan Beyden bunu bana ispatlamasını ve forumda ölümden sonra yaşam olduğunu tartışmasını istemem. Eğer Arslan Bey buna inanıyorsa, bırakalım öyle olsun !!!

Şu tartışmadan mantıklılığın çıkarılması benim suçum mu? Kesinlikle hayır. Tam tersine… Bu aptalca, kişiye odaklı, kanıta ihtiyacı olmayanı kanıtlama görevinden hepimizi kurtarıyorum. İnancın herhangi bir kanıta ihtiyacı yoktur. "Cennet güzeldir" diyen bir inanan, bunu bana ispatlamak zorunda değildir. Eğer buna inanıyorsa, bırakalım öyle olsun !!!

İnancın sebebe ihtiyacı yoktur. Akıllı hristiyan din bilginleri hali hazırda İncillerinin mantıklı olmadığını çözmüş durumdadırlar. Bu neden bazılarının "BİZ İNANIYORUZ – ve bu sadece bu kadar" diyecek kadar akıllı olduklarının sebebidir. Hiçbir şeyin doğruluğunu ispatlamak istemiyorum… Sadece çok açık olarak "İNANÇ MANTIKLI BİR ZEMİNE OTURTULMAK ZORUNDA DEĞİLDİR, DOĞRULUĞUNUN İSPATINA GEREK YOKTUR" diyorum, vesaire vesaire.

EDİP Y:

Çok ilginç. Acaba böylesine doğru bir ifade Sven R ve Nuh G. gibi iki akıllı adamın arasında neden bu kadar uzun bir tartışma yarattı? İnanıyorum ki (evet, inandığıma gerçekten inanıyorum!) problem, dilimizdeki "inanç" sözcüğünün tanımlayıcı, önermeci ve farklı anlamlarının arasındaki farkın açığa çıkarılmamasından kaynaklanıyor.

İKİ ÇEŞNİLİ İNANCIN ÜÇ ANLAMI:

1) ZAN VEYA HÜSNÜKURUNTU ANLAMINDA İNANÇ: Mesela, "Bu gezegendeki en normal ve en alçak gönüllü insan olduğuma inanıyorum" Başka bir örnek: "Washington’un UFO’lar tarafından yönetildiğine inanıyorum" Başka bir örnek: "Sven’in bir Yahudi olduğuna inanıyorum"

Sven: "Öyle olsun!"

Edip: "Bu değişir. İlk örnek için öyle olsun (yani, önemsemiyorum). UFO’ya inanan kişi mecliste değilse öyle olsun. Sven gerçekten bir Yahudi ise öyle olsun."

2) DENEY VE MANTIĞA DAYALI KANAATLER OLARAK İNANÇ: Mesela, "Sven’in, sözcükleri mermi gibi kullanan çok akıllı biri olduğuna inanıyorum."

Sven: "Öyle olsun!"

Edip: "Öyle olsun! Fakat Sven’e karşılık olarak kurşun değil sembolik yüz ifadelerini kullanmalıyız ;-("

3) KABUL EDİLMİŞ GERÇEKLER OLARAK İNANÇ: Mesela "Var olduğuma inanıyorum"

Sven: "Öyle olsun!"

Edip: "Bunu bilmiyorsan bittin!"

İnancın çeşnileri bağlamında:

A) TANIMLAYICI (düşük yağlı çilek): Mesela, "İnancımın mantıklı olmadığına inanıyorum."

Sven: "Öyle olsun!"

Edip: "Öyle olsun; sadece benden uzak dur!"

B) ÖNERMECİ (yüksek kolesterollü çikolata): Mesela, "İnanç mantıksız olmak ya da herhangi bir sebebe ihtiyaç duymamak zorunda"

Sven: "Öyle olsun!"

Edip: "Öyleyse Sven kovulsun"

Konuyu daha da karmaşıklaştırdığımı biliyorum. "Bırakalım öyle mi olsun?" Hayır! "Konuyu daha da karmaşıklaştırdığıma inanıyorum" demeliydim. Güzel, şimdi "Öyle olsun" deme zamanı.

Tarzını seviyorum Sven! Özellikle, beni hedef almadığın zamanlar!

Edip Yüksel

Çeviren: Engin Uysal

0 Comments:

Yorum gönder